"TOPRAK ALTINDA ( BURIED )" inanılmaz kadrosuyla beraber beklenmedik sonu...

Kamyon şöforu Paul Conroy 'u oynayan Ryan Reynolds 'ın , (nacizane görüşümdür) tek kişilik dev kadro dedirtecek oyunculuğunu gördüğümüz bi' değişik yapım.
Beraber izlediğimiz yaklaşık 10 arkadaşımın film esnasında uyuklamaya çalıştığı, içinden küfürler ettiği, karanlık sahnelerde eliyle şakalar yapmaya çalışıp tad almaya çalıştığı filmdir kendileri. Ben para verip sinemada izlemezdim biri daha önceden uyarsaydı ama tek sefer bile olsa izlenmesi gereken bi' film olduğu inancındayım.

Özet geçerek anlatıyorum, zira uzatılması lüzumsuz bir film. Irak'ta kamyon şöforlüğü yapan abimizi Irak'lı direnişçiler kaçırıyor ve ilk başta 5'le başlayıp filmin ilerleyen sahnelerinde 1 milyon dolara inen bir para talebiyle karşı karşıya bırakıyorlar. Film boyunca çakmağı ve blackberry'siyle göz dolduran hareketler içine giriyor :))

İşin aslı hakim bey şimdiye kadar gördüğüm en masrafsız filmdir kendileri. Ryan Reynolds ne kadar aldı bilmiyorum ama filmin bütçesini şöyle özetleyebilirim : 1 adet Blackberry , 1 adet zippo, 1 adet tabut, 1 adet el feneri ve yaklaşık 30 saniye yılan efekti : ))



Tüm film küçücük bir tabutta geçiyor. Arada telefonla konuşuyor falan ama bu adamın dışında bi' Allah'ın kulu yok filmde :/ Ya ne bileyim bir flashback olur ailesi birileri gelir ekrana, ya da ileride olabilecek durumlar getirilir ekrana yok ki yok ... Ama hakkını yememek gerek blackberry'sinin ekranında bi' ara birileri gözüküyor hepsi bu...

Filmin sonunda bi' ara heyecanlanıyorsunuz kurtulur gibi oluyor, ama bunu arayan insanlar bu adamın yerine yanlış yerde gömülü birini bulmuşturlar ve bir buçuk saat "ya öl ya da kurtul" diye içten içe hayrkırdığımız kamyoncu ağabeyimiz üstüne çöken kumlarla "shit"e gömülüyor...

Diyesim o ki ; girmeyin kardeşim özgürlük getireceğiz diyerek Iraklara , Vietnamlara. Sonra çoluğunu çocuğunu yok ettiğiniz adam sizi kaçırınca da ancak filmini çekip onu terörist gibi gösterirsiniz. Yani neymiş , Ne ekersen onu biçersin... saygılarımla


DEVIL ( 2010 ) hiç beklenmeyen son ve bazı detaylar , hepsi birazdan..




Özet geçiyorum : )















Yüzde 75'inin ASANSÖR'de geçtiği güzide bir film . Şok edici :) sonu dışında fazla bi' beklentiyle izlenmesini tavsiye edemeyeceğim bir başyapıt : ))

Kısaca olay şöyle : Başta birbiriyle alakasız sandırılan 5 kişi asansöre biner ve mahsur kalırlar. Aslında saf ve masum sanılan bu insanlar her birinin birbirinden pislik yönleri ver geçmişleri vardır : )) Her nedense asansör durur bir noktada ve bunlar sırayla ölmeye başlar !! ( şu an şok geçirdiğinize eminim :) ) ölmeleri alfabetik sıraya göre değil ama mallık sırasına göre oluyor olabilir.

İlk ölen adamımız : Salesman ( Geoffrey Arend ). Bu adam bomboş konuşan , ' ilk biri ölecekse ben neden olmayayım ' diye bas bas bağıran çok da berbat bir yatak satıcısı. Toprağı bol olsun



Kurban iki : Büyükanne ( Jenny O'Hara ) . İnsanı delirten sorular soran ve ikinci sıradan ölümü hakeden yegane şahsiyet



Kurban 3 : Geçici güvenlik görevlisi ( Bokeem Woodbine ) . Renginin güzelliğinden ve sicilinin kirliliğinden dolayı kendisinden önceki iki ölümden , şeytanın değil de kendisinin sorumlu tutulduğu güzel insan. O da ölünce ihtimaller şeytanı göstermeye devam etti tabi :))





Son 2'ye kalan iki şahsiyetten biri yandaki hanım hanımcık görünen ama zengin erkekleri dolandıran aşşağılık, beş para etmez... :) bir insan.
4. kurban kendileridir.






Gel zaman git zaman , asansörde artık ölecek kimse kalmayınca , tüm dikkatler hâlâ ölmemiş olan bu abiye
çevrilir. Kesin 'bu adamda bir pislik var' diye de iyice düşündürüldükten sonra , anlarız ki en sona kalan
bu abiyi diğerlerinden ayıran çok


önemli bir suçu vardır...




En sona kalan adamımız, yukardaki polis memurunun ( Chris Messina ) vakti zamanında eşinin ve çocuğunu , tamamen içkili olduğu ve kafası güzel olduğu için ( içki tüm kötülüklerin anasıdır ) arabayla çarpıp öldürmüş ve ordan hemen kaçarken , tek bir not bırakmış -Sorry- ... Yıllardır bunu yakalama hırsıyla yanıp tutuşan yukardaki dedektif abimiz , kaderin bir cilvesidir ki şimdi asansörde eşinin ve çocuğunun katili bu adamı kurtarmaya çalışıyor ... ( mendil ve gözyaşı sel modu : ) )

ee, hani şeytan hani ölüler falan ... yoksa şeytan değil de başka bir şey mi var ortada dönen !!
Keşke öyle olsaydı :) Bu güzide filmin sonu şöyle ki :
Şeytan içlerinden birinin kılığına girmiş , bizim büyükannenin!!! ( şok şok şok ) büyükanne ara ara asansörün ışıklarını kesip ( yani şeytan ) bizim elemanları sırayla öldürmüş, en sona kalan abiyi de öldürücekken ona tövbe et tarzı bir şey diyor :)) demese bile adam pişman olup eline polis telsizini alıyor ve 'şu kadar yıl önce, bir arabaya çarptım ve kaçtım vs vs' diyor, heralde Allah da affediyor :)) şeytan da "damn it!!" diyerek onu öldürmekten vazgeçiyor :))

Yani neymiş, 70in'de de olsa kadınlar ŞEYTAN'dır :)) nacizane çıkarımım :p, saygılarımla...

" INCEPTION (Başlangıç)" kurgusuyla ve orjinal senaryosuyla sonuna kadar burada...



Nerden başlasam bilmiyorum, ama ünü kendisinden önce gelen filmlerden olduğu için ordan bir giriş yapmak iyidir.
IMDB'de top250'de Esaretin Bedeli ve Godfather'dan sonra 3 .sırayı
çok kısa bir sürede alınca " n'oluyoruz ya !? " olup kendinden söz ettirmeyi hak etmiştir.Zaten
kadrosuna bakınca da insan da merak unsuru oluşmaması mümkün değil. Leonardo Dicaprio,
Ellen Page (sevimli şey :) , Ken Vatanabe , Marion Cotillard, Joseph Gordon Levitt, Tom Hardy,
Cillian Murphy, Michael Caine ve figüranlar :))

Gelmiş geçmiş en iyi filmlerden olan Batman Kara Şövalye'nin yönetmeni
Christopher Nolan'dan yine bir şaheser geldi diyebiliriz . 2010'un en iyi filmi
olmaması için çok daha sağlam yapımların gelmesi gerek. Görünen köye klavuz
tedariği , dereyi görmeden girişilen paça harekâtıyla çeliştiği için fazla da büyük
konuşmak istemiyorum : )
Film sonundaki bir sahneyle başlıyor. Filmin başkahramanı Cobb (DiCaprio) sahile vurmuş
bir halde yerde ve askerler bunu yerden kaldırıyorlar, karargah gibi bir yapıya götürüyorlar.
Orda toplantı salonu gibi bir yerde uzunca bir masanın bir ucunda önüne konan lapa yemeği
köpek !gibi yerken masanın diğer tarafında ordaki herşeyin sahibi olduğu ağırlığından belli olan
ama sanki yüz yaşındaymış gibi yaşlı bir amcayla filmin sonuna kadar anlayamadığımız bir diyaloğa giriyor.
Bu kadar :))

Neyse Cobb , tüm işi Arthur isimli arkadaşıyla yapıyor. Bir sahnede bunlar Saito'yla bir
pazarlıktalar. İşte efendim, fikir çalma çok yaygın şöyle oluyor böyle oluyor, zihninize giriyorlar,
bunlara karşı dikkatli olmak gerek vs Saito'ya bir teklifte bulunuyorlar, bu Saito da makam mevki
sahibi para basıcılardan :) . Neyse ben düşüneyim dediklerinizi diyor mekandan ayrılıyor. Arthur
Cobb'a dönüp diyor ki : "Bence Saito biliyor"..

Kafanız karıştı değil mi ? Ya da bu ne diyor diyosunuz :)) Şöyle ki :
Bunlar rüyadalar . Aralarından birini seçip "senin rüyana giricez ha " diyerek ortada duran bir
çantadan çıkan hortumları hastanede serum yermiş gibi kollarına takıyorlar , sonra bir ağırlık bir
uyku :) hoop seçilen kişinin rüyasındalar. Rüyalara girmek filme göre o zamanda askerleri eğitmek
için devlet tarafından kullanılmış. Çünkü herkesin bildiği gibi rüyaların şöyle özellikleri vardır. Rüyada
ölürseniz uyanırsınız. Dürtülürseniz (bir yerden düşmek de olabilir) uyanırsınız vs. Askerler
birbirlerini boğazlayıp öldürdüklerinde uyanıyorlar, ne güzel memleket ne güzel eğitim :)) ama sonra
devlet bunu yasaklıyor herkes yapmasın diye, yani Cobb'un yaptıkları illegal.




Cobb da para karşılığı istenilen insanların rüyalarına giren ve Cobb'u kiralayan kişinin istediği bilgiyi rüyasına girdiği
kişiden alan bir adam. Az önce bahsettiğim olay da "Saito'nun bildiği"ni düşündükleri şey, Saito'nun
rüyada olduğunu anladığıdır. Bunların olayı şöyle. Hedeflerindeki kişiyi gerçek hayatta uyutuyorlar,
sonra rüyaya çekiyorlar, kişi rüyada olduğunu bilmezse istedikleri bilgiyi daha rahat oluyorlar ya da
duruma göre bilmesini sağladıkları da oluyor !

Bu filmin mantığını anlatmak ne kadar da zormuş :)) Filmde insanın beyin kılcalları hatırı sayılır
bir genişleme yaşıyor zaten merak etmeyin (: Daha filmin içeriğine girmiş sayılmam aslında
ilerde ne/neden oluyor demeyin diye bir ön analtımdı bu . Oooohooo 'yu kabul etmem
çünkü film zaten 2saat 20dk ben n'apiim :)



Neyse Saito anlayınca, bunlar
panikliyor kimin rüyasındalarsa ve
o kişi uyanırsa rüya çökmeye
başlıyor , bildiğiniz duvarlar
yıkılıyor falan işte :)) Saito olaydan
işkillenince işleri tam olarak
istedikleri gibi gitmiyor, sırayla
uyanıyorlar. Saito da uyanınca
elinde silah bunlara doğrultuyor
"adam olun!'" gibisinden, ama bunlar Saito'nun
aklını alıyorlar , çünkü adamlar profesyonel. Neyse
orda bi sahnede Saito'ya vuruyor halının üzerine
yüzü koyun kapaklanıyor, sonra diyor ki
"çakallaaaar!! bu halı benim halım değiil !!" aman tanrım o da ne yine rüyadalarmış meğer :))
yani rüya içinde rüya !!

Çok hızlı bir şekilde özetliyorum, DİKKAT bu kısım kafa yapabilir :))
Gerçek hayatta Saito bunları buluyor ve diyor ki, madem siz fikir çalıyosunuz sizi birine fikir
ektirmek için tutmak istiyorum diyor Cobb'un vakti zamanında memleketine girişi yasaklanmış, onu
da kaldırttırırım yüksek yerlerde tanıdıklarım var benim diyor Saito ve ikna ediyor Cobb'u.
Arthur'la birlikte bir mimar,bir kimyager ve bir de kalpazandan oluşan bir ekip kuruyorlar.
Kimyager, insanlar rüya görürken uyusun diye bileşenler hazırlıyor. Kalpazan dediği adam da
rüyalarda istediğinin kılığına girebiliyor.Bir de rüyaları istedikleri gibi şekillendirip yapılandırabiliyorlar.
Bunun için de mimar lazım.


Neyse ekecekleri fikir, Saito'nun en büyük rakibi bir imparatorluk sahibi çok çok
çok zengin ,ölüm yatağındaki bir adamın tüm mirasının kalacağı oğlunun aklına bu imparatorluğu
parçalaması gerektiği fikri. Bunun için rüya içinde rüya içinde rüya olması gerektiğine karar
veriliyor. Ama bu sık sık ve kolay kolay yapılabilen bir şey değil. Çünkü gerçek hayattaki 1saat
rüyada işte sallıyorum :) 1 gün, 2.rüya içinde 1 ay, 3.rüya içinde 1yıl olarak geçiyor. Hal böyle olunca
uzun süre uyuması gerekli bedenlere enjekte edilen kimyasallarla mışıl mışıl saatler, rüyalarda
da yıllarca geçebilecek bir süreyi herkes kaldıramıyor. Kısa bir not, rüyada ölünce uyanırken bu kadar
uyuşturucu almış bir insan rüyada ölünce arafa düşüyormuş, orda 10larca belki 100lerce yıl yaşıyormuş
rüya olduğunu bilmeden !!! (vaoov (şaşırma efekti) )


Hepsi bu şartlar altında veliahtı 10 saatlik bir uçak yolcuğunda bayıltıyorlar ve
kimyagerin rüyasıyla başlıyorlar . ÖZET geç çığlıklarını duyar gibiyim :)) o zaman bu kadar giriş yeter !

SONUNDA şöyle oluyor, istedikleri bilgiyi rüya içinde rüya içinde rüya yaparak binbir zorlukla
çalıyorlar ama ne akıl oyunları ne fedakarlıklar anlatsam harfler kifayetsiz kalır o derece :))


Yalnız Cobb'un şöyle bir derdi var, nasıl normal zamandaki vakit rüya parantezinde bilmem kaç
kez içeri gidince uzuun yıllar gibi geçiyor, bu ve sevgilisi uzuun yıllar beraber yaşayalım diyerek
yıllarca rüyaların içinde yaşamışlar. Ama o kadar uzun yıllar ki artık uyandıklarında hangisi gerçek
hangisi rüya ayırt edemez olmuşlar . En son gerçek hayatta olmalarına karşın sevgilisi "hayır, hala başka
bir rüyadayız, hadi Cobb uyanalım ! " diyerek intihar ediyor kadıncağız :/ Ama bunda Cobb'un da
suçu var, çünkü gerçek olmayabileceği ihtimalini kadının beynine istemeden de olsa sokan o !
3 rüyadan da uyandıklarında istediği bilgiyi ekmiş olmanın huzuru ve çoluk çocuğuna kavuşacak
olmanın mutluluğuyla memleketine geri dönüyor.



Bunların rüyada olup olmadıklarını anladıkları
kendilerine has , "totem" dedikleri eşyaları var. Cobb'un da "topaç" :) . Bunu çeviriyor durursa bi süre
sonra gerçek hayatta ama durmazsa ... !
En son sahnede yine çeviriyor topaç'ını. Çocuklarının yanına giderken kamera hala dönen topaçta.
Tam durucak gibi yalpalarken film bitiyor !!! Ama kesin durup durmadığını kimse bilmiyor !!
ps : Ben farketmedim ama şöyle bir rivayete göre, rüyadayken Cobb'un parmağında hep
yüzük varmış, son sahnede ise yok . Karar sizin... Yani neymiş, rüyalarda buluşmak pek de
hoş sonuçlar doğurmayabilirmiş... saygılarımla...



" SHERLOCK HOLMES " güzel bir film mi ve sonu nasıl bitiyor, birazdan...



Robert Downey Jr'ın ( bizim Sherlock Holmes) kendisini bir kez daha kanıtladığı " bi başka" film . Gerek mimikleri gerek diğer tüm öğeleriyle izlemekten keyif alınmaktan başka yan etkisi olamayacağının garantisini verebileceğim bir film olmuş.
Kısa bir not : Film 2 saatten fazla, o yüzden biraz uzatabilirim zannımca (:

Sherlock Holmes malum olduğu üzere nam-ı yedi cihana yayılmış bir dedektif.
" Sherlock Holmes, dedektif kahramanlar içerisinde belki de en meşhur olanıdır. Olayları gözlem yoluyla çözmesi ile ünlüdür. Tümdengelim yöntemini çok iyi kullanmaktadır, sorduğu soruların cevaplarınının birbiriyle tutarlı bir bütün oluşturmasına dikkat eder, yani yöntemindeki fark, ipuçlarını biraraya getirip bir çözüm bulmak yerine, elindeki ipuçlarından anlamlı bir bütüne ulaşmaya çalışmaktır; bunun yanı sıra kendi kendine yaptığı laboratuar araştırmaları sonucunda elde ettiği bilgileri tekil olaylara uygular ve sigara izmaritlerinden, el yazılarından, ayak izlerinden, ve her türlü bilgi kırıntısından sonuca ulaşır " . Bu wiki tanımı, sıkıcı biraz değil mi :))
Yani diyor ki, bu ingiliz arkadaş öyle böyle biri değil. Sıradan değil yani. Mesela filmden bir sahne : Sherlock'un gözünü kapatıp bir yerden bir mekana götürüyorlar. Geldikleri mekanda gözünü açtıklarında " gözümü kapatmanız çok gereksizdi sir, zira yolda zart sokağından geçtik çünkü oranın börekleri çok nefis kokar, zurt sokağından sola döndük çünkü şunu duydum " bla bla anlatır. Anlarız ki bu adam küçük sandığımız ayrıntılarla hayatını kazanan biri :))
Neyse bunları zaten sıradan sitelerde bulursunuz.
Ben size hoşuma giden sahnelerden bir demet sunayım.
Biraz da karakter analizi salatası yaptım mı tadından
yenmez. Yandaki arkadaşı sarışın göremeyince tanıyamadım ilk başta ! Watson adında Sherlock'un hem arkadaşı hem de çok çok sadık yardımcısını oynuyor filmde, nam-ı diğer Jude Law :)) Birlikte türlü türlü maceralar vs vs.

Abiler ingiliz olduğundan , o alışagelmiş "american english " i burda duyamayınca garipseyip hüzünlenmeyin hemen. Bunun da alışılabilitesi var gibi duruyor. Ama çok yuvarlayarak konuşuyorlar :)) Tabi sonuçta Hollywood gözüyle bir İngiliz macerası , ne kadar sağlıklı izleyince siz karar verin...



Bu karakter Lord Blackwood diye adından da anlaşılacağı üzere kara,kuru,kötü bir karakter.
Filmin başında ayin düzenliyor bu karaktersiz, bakire kız kesmeye çalışıyor falan. Öncesinde de bir kaç tane kesmiş kaşla göz arasında :)) Tam bir kızı daha kesecek, yatırmış masaya :) ama ayin masası işte sıradan değil , ritüelleri yerine getiriyor Sherlock beni kesemeden yakalasın diye :) Sherlock bu , durur mu ? Yakalıyor, adalete teslim. Sonu idam.
Her şey iyi güzel devam ediyor derken, bir gün bir haber Lord Blackwood mezarından kalktı, yürüdü gitti !?
Allah'ım bu nasıl olur, mümkün değil , var bu işte bir pislik falan bizim Sherlock'u alır bir düşünce.

Neyse araştırmaları esnasında yukardaki ağır abilerle tanışır. İşte o yüzü gözü bağlama buraya getirilirken olur.


Bu abiler bir nevî tarikat gibi bir şey. Muhtelif zamanlarda toplanıyorlar. Bunlar büyükelçi bakan vb insanlar. Blackwood geri döndü ya ! Bir şekilde amacı kendisinin sonsuz güce sahip, ruhani ,ölümden dönen biri olduğuna inandırıp, 100 yıl sürecek bir ingiliz imparatorluğu kurmak. Karşı gelenleri de, malum olduğu üzere öldürüyor karaktersiz karakter :)

Nerde kopuyor film ve sonunda ne oluyor ?
Sherlock müthiş gözlem gücü ve ayrıntıları analiz edebilme becerisiyle anlıyor ki Blackwood üçkağıtçı'dan başka birşey değil. Asıldı sanıldığında içerden işleri ayarlayıp aslında kendisini asılmış gibi göstermiş ve geri dönüp dünyayı ele geçirme planını uygulamaya başlamış. En sonunda 100 yıllık İngiliz krallığını kuracağım, bana katılmayanları kellesi vurula ! nutuğunu attıktan sonra planladığı bir olay var, içeri kimyasal bir gaz salınacak ver tüm senato üyeleri ölecek. Ama Sherlock bu planı bozuyor tabi. Bu gazı salacak son teknoloji ( o zamanın teknolojisi tabi) makinenin bir parçası çalınıyor. Bu parçayı isteyen " Profesör " diye biri. Burdan da anlıyoruz ki filmin devamı gelecek ; )
Neyse keser döner sap döner hakikatince Blackwood'la Sherlock yeni yapılan yüksek bir binada son kapışma sahnelerini yaşarken Blackwood binadan düşüyor , kablolara dolanıyor düşerken, yerden yüzlerce metre yüksekte boynundan asılı bir şekilde can veriyor !
Yani neymiş, öyle dünyaya hükmedicem hede höde genelde içinde patlarmış, bir de kötüyseniz :) . saygılarımla...





" AŞKIN YAŞI YOK (The Rebound) " nasıl bir film ve sonunda ne mi oldu !? Kısaca bir göz gezdirin...



Kısaca filmden bahsetmek gerekirse 40 yaşındaki bir kadının (Catherine Zeta-Jones) 25 yaşındaki bir gençten (Justin Bartha) hoşlanması üzerine konu edilmiş bir romantik komedidir. Uppss! Özet geçeceğim derken filmi söyledim bile . Ama amacım da o değil mi zaten :))

Neyse filmin çok büyük bir esprisi olmadığından daha ilk cümleden ,afişinden hatta ilk 10 dakikasından filmin gidişatının nasıl olacağına dair kafanızda belli şeyler oluşuyor zaten. Peki niye burda bahis mevzu ettim, en az 1 kez izlenmesi gereken filmlerden olduğuna inandığım için. Çünkü Bartha ve Zeta-Jones'un oyunculuğu gerçekten hoş.

Filmde gencimiz hayatta bir amacı olmayan biri ve geçici bir iş olarak kafede çalışmakta. Olgun kadınımız da (ki kendisi 2 çocuk annesidir) iş güç sahibi, ilerde kariyer yapma potansiyeli olan bir ablamızdır. Bir şekilde hayatları kesişir bu 2 insanın . Genç adam işsiz, kadın da çocuklu ve çalışan biri olduğundan gençten bebek bakıcılığı !? yapmasını ister. Genç balıklama atlar bu teklife. Gerisi klasik. Zaman içinde birbirinden hoşlanmalar vs.
Yanlız şöyle bir gelişme oluyor. Kadın senden hamileyim diyor. Çok seviniyorlar, hatta isim aramaya bile başlıyorlar. Doktora kontrole gidiyorlar. Doktor hamile değilsin diyor ! Sonra olay kopuyor. "Biz ne olacak sanıyorduk, senin çocuğunu mu doğuracaktım, sen 25 yaşındasın bense kartlaşmışım. Daha çocuğunu bile doğuramıyorum en iyisi ayrılalım ! " şeklinde herşey tersine dönüyor.
Neyse bunlar ayrılıyor. Genç dünya turuna çıkıyor. Kadın kariyerin zirvesine tırmanıyor, gençse beyaz doruklu dağlara :)) . Hindistana gidiyor, afrikaya safariye gidiyor. İstanbul'a gelmeden dünya turu olmaz tabi :) Ortaköy'de bir akşam çay içerken görüyoruz beyzademizi. Böyle 5 yıl geçiyor ve sonunda tekrar Amerika'da karşılaşıyorlar. Çocuklar büyümüş, birbirlerini gördüklerine çok mutlular. Mutluluktan ağızları kapanmıyor :) Issız Adam gibi bir son olacak sandım ama bunlar el ele tutuşup aynı masaya oturuyor. Bu an için 5 yıl beklemişler, bırakırlar mı birbirlerini...
saygılarımla...


" RECEP İVEDİK 3 " , sonunda ne mi oldu ? En komik sahneleriyle birlikte ...




Öncelikle söylemem gerek ki favori filmlerimdem değil . Hatta ilk 100'üme bile girmemesi gerek :) Ama ilk ikisinin canım ülkemde en çok izlenenler sıralamasında hatırı sayılır bir yeri işgal ettikleri düşünülürse modaya uymaktan başka çare bulamadım. Evet, çıktığı ilk gün gittim, pişman değilim tekrar çıksa tekrar ilk gün gid.. :)
Neyse filme geçersek, başta şunu belirtmem gerek bunun bir konusu yok. Sanırsam çok şaşırmadınız. Olay kahramanımızın hiç bir şey yapmayıp, uğraşacak hiç bir meşgalesinin olmamasından kaynaklanan bir iç sıkıntısını gidermek üzere yaptıklarından oluşuyor :/ ( Çok zevkli görünüyor değil mi ! ) . Klişe gibi duracak olsa da şunu hemen ekliyeyim, en güzel espriler fragmanda yapılmış !!



Kısaca olaylara değinmek gerekirse, fragmandaki göbek atan teyzelerle başlayan filmde Recep abimiz içindeki kasveti, gördüğü sıkıntılı rüyayı ( yine fragmandaki yaşlı nur yüzlü ihtiyarın "sen tam bir hayvansın! :) " dediği rüya) yaşlı teyzeye anlatması ve içlerindeki en bilgenin de "senin içine 3 harfli girmiş" diyerek onu cinci-tacizci hocaya göndermesiyle devam ediyor.
Bu filmdeki şirin kız ise, İvedik'İn köyden bir akrabasının İstanbul'da psikoloji ve bir şey daha okuyan kızı. Recep amcasıyla bir dizi klasik R.İ. ( Recep İvedik'i böyle kısaltıcam, zira uzun yazmak bile israf) maceraları yaşıyorlar. Kız psikoloji 1. sınıfta olmasına rağmen R.İ. 'in problemini çözüyor. Yalnızlık ve sosyalleşememe !

Sosyal biri olabilmek için türlü türlü kurslara gidiyor. Bin bir türlü şamata, iğrençleşebildiği kadar komik olma , hakaret , belden aşağı belden yukarı, tükürük dışı, burun içi vs vs ... R.İ style güldürü anlayacağınız.
Uzun süre gülmekten yarılacağınız sahne olmayacak (tabi bu benim görüşüm. Önümüzde oturan ablanın bir sahneye 10 saniyeden fazla gülüşü vardı, sanırsam filmdeki seviyeden de etkilenip ! biraz sesli bir biçimde "oha" dediğimi hatırlıyorum kendisine , sonra utandım tabi:) ) ama ara ara hatırı sayılır şekilde size hitap eden yerlerde kopabilirsiniz. Mesela, bir tiyatro sahnesi var, ben orda verdiğim parayı hemen hemen çıkardım sayılır :)

Gariptir şu fragmanda verdikleri "bana mahallede Usain Bolt Recep derler" sahnesi yoktu filmde. Gereksiz diye kesilmişse, diğerleri ne kadar gerekliydi sorgulamıyorum bile.

Peki sonunda ne oldu ? Hikayesinin bile o kadar sürüklemediği filmin sonunda vurucu bir şey yok. Filmin esprisi sürekli iğrençlikler yaparak bir adamın bizi güldürmesi işte hepsi bu :) O kadar laf ettim ama, ben de baya güldüm işte napayım :) Her şeyi söylemişken sonunu da söyleyelim. Kızımız Recep amcasında geçici kaldığından, arkadaşlarıyla kalacak bir ev tutuyor. Bir sabah ayrılıp gidiyor, ama vedaları sevmediğinden haber vermiyor. Küçük bir notla bir hediye bırakarak. Hediye sevimli bir keçi :) Notta da diyor ki "Recep amca, senin tek derdin yalnızlık, işte sana benden seni karşılıksız, seni sen olduğun için sevecek biri"

Yani neymiş, "don' worry, be happy" , ağlanacak halimize gülmek var ya , işte onun yeri burası...
saygılarımla...